7 Ocak 2011 Cuma

DOKUNMAK…

    
                                
                        DOKUNMAK…

Birilerinin yaşamına dokunmak…isteyerek ya da istem dışı.Hepimizin yaptığı bir davranış biçimi değil mi bu?..
Dokunmanın kişilerde yarattığı durumlardan biri de ”Müdahale”..
Neden bu konuyu seçtim?..Hepimiz,kendi yaşamlarımıza,çevredeki kişilerin yaşamlarına bir göz atarsa tarafsız olarak,”Ben hiç yapmadım!..” diyen bir kişi bile çıkmaz,çıkamaz sanırım…
Neyi veya kimi bu davranış biçimiyle düzeltmek
zorundayız?..Bu sorumluluk mu?..Buna bireysel olarak hakkımız var mı?..

Doğduğumuz andan başlayarak,gelişim sürecimizde ve kaçınızmaz sona kadar,yaşamlarımıza birileri bir şekilde dokunur.Anne,baba,kardeşler,akrabalar,öğretmenler,arkadaşlar,yakın çevre,uzak çevre,tanıdıklar ve tanımadıklarımız…
Doğrudan bizlere yönelen davranışlar olabildiği gibi,çevre koşullarından gözlemlerle edindiğimiz bilgiler kapsamında,yaşamlarımıza bunları ekleriz…Belki mutluluk verir ya da rahatsız eder bizleri…

Müdahale…dokunmak…
Tensel dokunmak değil anlatmak istediğim…
Öncelikli olarak ruhumuza,kişiliğimize dokunuştan söz etmek istiyorum.Hak görmek kendinde…başkalarının yaşamına doğrudan ya da dolaylı olarak karışmak.Bireyler bunu öylesine doğallıkla yapıyorlar ki,sanki yapılması gerekli bir davranış gibi algılanmaya başlıyor sonucunda…
Eskiden “Müdahale”, sadece çözümlenemeyen veya birinin desteğine gerek duyulan durumlarda olaya kişilerin karışmalarıydı…yardım amacı öncelikti…destek vermek,kotarmaktı sorunu!. Şimdilerde ise,bir olaya ya da bir duruma gerekli-gereksiz karışılıyor ne yazık ki…”Müdahale” ile “Karışmak” eş anlamlı olmaya başladı…
Sınırlar delindikçe,genişledikçe,konu zenginliği,yaşamları yönlendirme hakkını oluşturdu bireylerde…toplumlarda…

Özüne döndüğümüzde ise tüm bunlar, insanın benliğine,duygularına,sınırlarına ”Dokunmak” değilmidir sonuçta?..aynı davranışı karşımızdaki kişilere yaptığımızda
tepki ile karşılaştığımız olur.Bu döngüyü hepimiz yaşadık ve yaşamaktayız.Kişiler,kendilerine yapılmasını istemedikleri ya da tahammül edemedikleri davranışları,bir başkasına yaparlarken isyan etmek niye?..reddetmek niye?..

“Empati” yapamayan bir toplumuz ve de bireyler…
“İğneyi kendine batır,çuvaldızı başkasına!!!...” ata sözü gitmiş…”İğneyi de,çuvaldızı da hep başkasına hep karşındakine batır,şişle,acıt,yak canını bu senin hakkın!.” felsefesini kabullenir olmuşuz.Kendimize yönelen aynı durumlarla karşılaştığımızda ise,veryansın edip,asıp kesmişiz…
“Şiş egolar!!!…”
Bencillik almış başını gidiyor…değer yargılarımızı öylesine güzel kılıflara sokuyoruz ki,hep haklı bizler olalım diye…vicdan rahatsızlığı duymayalım diye…
Bravo bizlere…çok güzel çözümler üretir olduk.Kalkanlarımızla korunmayı çok iyi beceriyoruz.Maskelerimiz her zaman yüzlerimizde.
Tanınmamak ve insani duygulardan uzaklaşmak için,her geçen gün robotlara dönüşüyoruz…
Maddesel,madensel,ruhsuz,benmerkezci…nerede kaldı özeleştiri?..Nerelere saklandı?.Nereye gömdük bu çok gerekli irdelemeyi?..İnsanoğluna en gerekenlerden ve de işine en gelmeyenlerden!..

“Özeleştiri” yapılırsa,empatiye yaklaşılır…empati yapılırsa,müdahale (karışma) gerekli olmaz…sınırlara zorla girilmez…bireylerin özgürlüklerine,özgür iradeyle seçimlerine baskı kurulmaz ve de saygısızlık yapılmaz.
Tüm bu paradoksta inim inim inleyen,çığlıklar atan,yeri geldiğinde isyanı duyulmayan,yorulan,alıp başını gitmek isteyen,boğulan,yaşamdan zevk alamayan,ışığı sönen biri,bir şey var…RUHLARIMIZ!…ENERJİLERİMİZ!…
Bizleri bedensel olarak ayakta tutan değer!…
O Halde,tüm bu olumsız davranışlar,çabalar onu katletmek için değil mi?..
O zaman,insanoğlu bu düşünceyi sürdürürse kendi katili olmuyor mu?..insanın varolma nedeni önce kendini sonra diğer herşeyi yok etmek mi?..evrenin celladımıyız biz?..
Varlığını sürdürebilmesi için,ruhunu güzel şeylerle beslemesi gerekmiyor mu?..
Yaşam enerjisini bu kadar kötü kullanma hakkını nasıl bulabiliriz kendimizde?..ve de başkalarının enerjisini söndürme hakkını?..

Bizler…yaratılanı,bize verileni yok etmek için değil,onu korumak ve varlığını en iyi biçimde sürdürebilmek için oluştuk…oluşturulduk.Yaşam süreçlerimizde kendimize,karşımızdakilere”dokunmak”,kim olduğumuz ve kim olabileceğimiz ve de ne için varolduğumuzla ilişkilidir…
Bu bir zincir…bireyden topluma,toplumdan yaşadığımız dünya üzerindeki tüm canlılara ve daha sonrası,bir kum tanesinden dahi küçük kaldığımız evrene…
Varoluşumuz,gelişimimiz ve gidişlerimiz arasındaki zamansız zamanlarda,en küçük ve en sonsuz araştırmalarda (makro-mikro kosmos) karşımıza çıkan son nokta enerji…düşünce…bilinç…
Enerjilerimizi doğru şekilde,doğru zamanlarda ve doğru yerlerde kullanırsak,farkındalıklarımız açıldığında  birbirimize ve doğaya karşı,yaşamlarımız gerçek anlamını ve de gerçek görevini yerine getirecektir.
Sonuçta tüm varlıklar “dokunmanın” hazzını yaşayacaklardır.

Bizler,evrendeki enerjiyi yaşam süreçlerimizde ödünç aldık…bir gün geri vereceğiz…verene kadar,bizlere hediye edilen bu muhteşem hazineyi çoğaltmak ve paylaşmaktan yüce bir mutluluk,doyum varmıdır?..
Ve de “sevgi” en büyük enerji değilmidir?…

Sevgiyle kalın…

Esmahan Fulya Hazar.

03.01.2011-İstanbul

                              

1 yorum:

  1. Dokunmaktan dokunmaya fark var be FUlyam.Sevgiyle dokunmak sevginin ve ışığın enerjinin paylaşımı birlikte büyümek ve aydınlanmak içinse, diğer dokunmak hayatlara müdahale vasfını taşıyor.O da hiçbirimize hak görülmemiş ve kimsenin tercihlerini ve yaşam seçimini bozmak için(nasihat bile olsa) bize icazet vermemiştir.Amacımız zorda olana yardım gibi görünse bile neticede zordan ve dertlerden alınacak derslerin ertelenmesine neden olacaksa yine geçiş izni olmamalıdır. Çünkü herkes kendi deneyimini kendisi yaşar iyi ya da kötü.Güzel bir konuya değinmişsin. Müdahalelere değil, sevgi ile dokunmalara okşamalara yol alalım inşaallah.Ayrıca sevgili kuzenim hoşgeldin blog dünyasına Sevgilerimle.

    YanıtlaSil